Kutsal Kitap Peygamberliği

Kutsal Kitap peygamberlik, yani olayları önceden bildirme gücünün yalnızca Tanrıʼya ait olduğunu ve bunun da Oʼnun otoritesinin bir kanıtı olduğunu iddia eder. Tanrı, Eski Antlașmaʼda yer alan Yeșaya Kitabıʼnda şunları buyurmuștur:

“Bakın, önceden bildirdiklerim gerçekleşti. Şimdi de yenilerini bildiriyorum; bunlar ortaya çıkmadan önce size duyuruyorum” (42:9). 

“Sonu ta başlangıçtan, henüz olmamış olayları çok önceden bildiren, 'Tasarım gerçekleşecek, istediğim her şeyi yapacağımʼ diyen benim” (46:10). 

Yeni Antlașma da aynı iddiada bulunur. İsa öğrencilerinden ayrılmak üzereyken, Müjdeʼyi dünyaya yayma görevlerinde Kutsal Ruhʼun onlara yardım edeceğini vaat etti ve şöyle dedi: “[Kutsal Ruh] gelecekte olacakları size bildirecek” (Yu. 16:13). Başka bir deyişle, öğrenciler gelecek olayların bilgisine sahip olacaklardı. Kesindir ki, özel bir armağan olmadan bunu yapamayacakları ima edilmektedir. Bununla birlikte, öğrencilerin geleceği öğrenme ve diğer insanlara bildirme yetenekleri, kendilerine bahşedilmiş olan ilahi gücün bir kanıtı olacaktı.

Yine Kutsal Kitapʼın son kitabının ilk ayetinde, Tanrıʼnın İsa Mesihʼe bir vahiy verdiğini okuyoruz. “Tanrı kısa zamanda olması gereken olayları kullarına göstersin diye bu açıklamayı Mesihʼe verdi” (Va. 1:1). Geleceğin bilgisi İsa Mesih aracılığıyla Tanrıʼdan gelmektedir. Oʼnun kulları vahiy olmaksızın gelecekle ilgili hiçbir şey bilemezdi!

Sonuç açıktır: Kutsal Kitap kesinlikle geleceği önceden bildirme gücünün yalnızca Tanrıʼya ait olduğunu söylüyor.

Başka sayfalarda daha ayrıntılı bir biçimde açıklanan Kutsal Kitap peygamberliklerinin bir kısmı aşağıda sıralanmıştır. Aşağıdaki başlıklardan herhangi birine tıklayın!

  • Brexit-İngiltereʼnin ABʼden ayrılışı
  • İsrail ulusunun yeniden kuruluşu
  • Daniel peygamber aracılığıyla vahyedilen dünya tarihi
  • Babil Kentiʼnin yıkımı ve asla yeniden inşaa edilemeyiși

Kutsal Kitap Geleceği Önceden Anlatır mı?

İnsanların gelecek hakkında hiçbir bilgisi olmadığını anlamak için yalnızca tarihi ve kendi deneyimlerimizi göz önünde bulundurmamız yeterli olacaktır. Değil önümüzdeki bir yılı, bu gece ya da yarın işe giderken bile başımıza nelerin geleceğini bilmiyoruz. Kim önümüzdeki 100 yılda dünyaya ne olacağını bilebilir? Hele 2 000 yıl sonra ne olacağı ile ilgili hayal bile kuramayız! İnsanlar gelecek hakkında en ufak bir bilgiye sahip olsalardı kim bilir şu an ne kadar farklı olurdu! Kaç kaza önlenebilirdi! Kaç tane felaketin meydana gelmesine engel olunurdu! Kaç tane savaş asla başlamazdı! Hem kendi yaşamlarımıza hem de insanlık tarihine ilişkin deneyimler, bizi insanlığın yarın ne olacağına dair hiçbir kesin bilgiye sahip olmadığına ikna ediyor.

Ancak geleceğin bir kez değil birçok kez önceden bildirildiğini varsayalım ve her zaman aynı kitapta, yani Kutsal Kitapʼta! Var mı başka bir kitap? O halde bu bizi oturup düşünmeye yöneltmemeli mi? Kutsal Kitapʼtaki peygamberlik sözlerinin müthiş bir öneme sahip olduğunu söylerken hiç de haksız değiliz! Bu peygamberlikler dikkatlice incelenmeyi hakikaten hak ediyorlar. Dünyada insanlıktan daha büyük bir gücün mevcut olduğuna dair ne çarpıcı bir işaret!

“Evet Ama...” 

Kutsal Kitapʼın Tanrıʼnın sözü olduğuna inanmayan kimseler, onun peygamberlik sözlerinden pek hazetmezler. Doğrudur, Kutsal Kitapʼın geleceği doğru bir şekilde önceden bildirdiğini idrak etmek ve gerçek Tanrıʼnın varlığını kabul etmek için uzun bir yol kat edilmesi gerekiyor ve bu yüzdendir ki bu çetin yola girmek istemeyen kimseler bu durumu kendilerince açıklamaya çalışıyor. Diyorlar ki, “Bu peygamberlikler gerçekten gelecekle ilgili ön bildiriler değildir. Bu 'ön bildirilerʼ, olaylar gerçekleştikten sonra yazılmıştır.” 

Şimdi bu argüman, ancak Kutsal Kitap metninin, özellikle Eski Antlașmaʼya ait metinlerin, hakkında ön bildirilerde bulunduklarını iddia ettikleri olaylardan uzun bir süre sonra yazıldığı kanıtlanabilirse bir anlam ifade edecektir. Ne var ki, ellerinde bununla ilgili doğrudan kanıtları olmadığı açıkça belirtilmelidir; onların kanıt dedikleri, kendi kuram geliştirmelerini desteklemek üzere yaptıkları yorumlamanın bir ürünüdür! Nitekim, son 100 yılda yapılan bütün araştırmalar, Kutsal Kitap metninin orijinal olduğunu gösterme eğilimindedir ve gerçekten de yazıldıklarını iddia ettikleri çağa aittirler.

Ancak bu konuda şu andaki amacımız için çok işe yarayacak bir kısa yol bulunuyor. Kimse Eski Antlașma metinlerinin yaklaşık MÖ 200 yılına kadar var olduğunu inkâr edemez, çünkü o zamanlar Yunan diline çevriliyorlardı ve var olmayan bir şeyi başka dile tercüme edemezsiniz, değil mi?

Bir başka itiraz da, “Bu Kutsal Kitap 'peygamberlikleriʼ, günlerindeki olayları ve olası sonuçlarını yorumlayabilen insanlar tarafından gerçekten zekice hazırlanmış politik öngörülerdir.” 

Milattan önceki yüzyıllarda yazılan ve 2000 yıldan günümüze kadar geçerli olan “politik öngörüler” mi? Ne tür bir büyücü Kutsal Kitapʼta adı geçen peygamberlerin bu tür başarılarını taklit edebileceğini düşünürdü ki? Sırf meseleyi bu şekilde ifade etmek, sözlerinin böyle bir açıklamasının ne kadar olasılık dışı olduğunu göstermektir.

Ancak bu itiraza verilecek en kesin yanıt, tıpkı diğerleri gibi, peygamberlik sözlerini bizzat okumakla mümkün olacaktır. O halde bir tanesiyle başlayalım!

Babilʼe İlișkin Peygamberlik

İsrail peygamberlerinin günlerinde (yaklaşık olarak MÖ 850-560) Fırat ve Dicle nehirlerinin çevresindeki topraklarda, yani günümüz Irak topraklarında iki büyük askeri güç boy gösterdi. İlki, başkenti Ninova olan Asur İmparatorluğuʼydu. Asurlular iki yüzyıl boyunca çevredeki ulusların topraklarını işgal ettiler. Güneye doğru ilerleyip Kildanilerʼi ve başkentleri Babilʼi egemenlikleri altına aldılar, doğuya doğru ilerleyip Suriyeʼye vardılar ve daha sonra Akdeniz kıyılarına inip İsrail üzerinden Mısırʼa kadar ilerlediler. Politikaları terör üzerine kuruluydu. Amaçları yerel halkı terörize ederek boyun eğdirmek ve yıllık bir haraç ödetmekti. Bu amaçla kasabaları yağmaladılar ve de yaktılar, kırsal bölgeyi harap ettiler, halkı katlettiler ve binlerce kişiyi esir alıp Asurʼa götürdüler.

Asur, MÖ 7. yüzyılın ikinci yarısında gücünün düşüşünü ve Babilʼin yükselişini gördü. MÖ 612ʼde Ninova ele geçirildi. Kildanilerʼin kralı Nebukadnessar, alelacele yeni imparatorluğu kurdu. Orta Doğuʼnun daha küçük ulusları, Asurʼdan kurtulmuş olmalarına sevinirken, kısa süre sonra kendilerini Babil orduları tarafından işgal edilmiş durumda buldular. Nebukadnessar bilhassa İsrail'i işgal edip Yerușalim Kentiʼni yağmaladı, oradaki tapınağı yaktı ve binlerce kişiyi esir olarak Babilʼe götürdü. Daha sonra güneye ilerledi ve Mısırʼı işgal etti. Fırat bölgesinde ortaya çıkan bu askeri egemenliğin ikinci safhası Babil İmparatorluğuʼydu.

Bilhassa en büyük kralı Nebukadnessar, Babil Kentiʼni Yakın Doğu dünyasında bir mucize hâline getirdi. Muazzam tapınaklar ve saraylar inşa etti, kenti muazzam bir koruyucu duvarla çevreledi. Babil hem Nebukadnessarʼın hem de Kildani halkının görkemi ve gururu olmuştu.

Bu günlerde böylesine acımasız bir gücün ve abartılı zenginliğin küçük ulusların sakinleri üzerindeki etkisini anlamak bizim için zor olacaktır ama Asur ve Babil imparatorlukları onlara muhakkak ki korkunç ve yenilmez gelmiștir.

Tümüyle Devrildi

Yine de Babilʼin gücünün doruğuna ulaşmasından 100 yıl önce, peygamber Yeşaya, devrilmesini çok özel terimlerle önceden bildirdi. “Babil'in yükü” diye adlandırılan bir bölümde şöyle okuyoruz:

“. . . . RABʼbin günü yakındır. Her Şeye Gücü Yetenʼin göndereceği yıkım gibi geliyor o gün. . . . . Medlerʼi Onlara karşı harekete geçireceğim. . . . . Ben Tanrı, Sodom ve Gomoraʼyı nasıl yerle bir ettimse, Kildanilerʼin yüce gururu, Krallıkların en güzeli olan Babilʼi de yerle bir edeceğim. Orada bir daha kimse yaşamayacak, Kuşaklar boyu kimse oturmayacak, Bedeviler çadır kurmayacak. . . . . Orası yabanıl hayvanlara barınak olacak” (Yșa. 13:6, 17, 19-21).

İște, Babilʼin kaderi: Medliler (Babilʼin doğusundaki bir ulus) onları yerle bir edecek; orası ne insan ne de hayvanların yaşayacağı bir yer olacak! Kendimize bu açık peygamberlik sözlerinin Babilʼin, gücünün ve görkeminin doruğuna çıkmasından 100 yıl önce söylenmiş olduğunu hatırlatalım.

Bir başka peygamber, Yeremya, bundan yüz yıl sonra, Nebukadnessar Yeruşalimʼe saldırmak üzereyken bir peygamberlikte bulunarak Babilʼin çöküşüne yönelik ön bildiriye bir yenisini ekledi. Yeremya şöyle demiști:

RAB diyor ki, "İşte Babil'e . . . . karşı yok edici bir rüzgar çıkaracağım. . . . . Ansızın düşüp paramparça olacak Babil. . . . . Ulusları -Med krallarını . . . . onunla savaşmaya hazırlayın. . . . . Babil taş yığınına, çakal yuvasına dönecek, dehşet ve alay konusu olacak. Kimse yaşamayacak orada. . . . . Her Şeye Egemen RAB diyor ki, "Babil'in kalın surları yerle bir edilecek, Yüksek kapıları ateşe verilecek." . . . . De ki, 'Ya RAB, burayı yıkacağını, içinde insan da hayvan da yaşamayacağını, ülkenin sonsuza dek viran kalacağını söyledin'" (Yer. 51:1, 8, 28, 37, 58, 62).

En sonunda ise peygamberden peygamberlik rulosuna bir taş bağlaması ve onu Fırat Nehri'ne atması emredilip şöyle söylenir:

“Babil başına getireceğim felaket yüzünden batacak, bir daha kalkamayacak” (Yer. 51:64). 

Babil'in yükselişinden 100 yıl önce yazılan Yeşaya'nın peygamberlik sözleri ile imparatorluk ve şehir görkeminin doruğundayken yazılan Yeremya'nın peygamberlik sözleri arasındaki anlaşma tamamlandı. Londra, New York ya da İstanbul gibi büyük bir şehrin yok edileceği ve sonsuza dek ıssız kalacağı önceden bildirildiğini düşünün; o günün insanlarına da aynı ölçüde olanaksız gelmiş olmalıydı. Bu gibi bir nükleer silahlar çağında böyle bir kader düşünülemezdi ama İsrail'in peygamberleri ön bildirilerini 2500 yıldan fazla bir süre önce dile getirdiler; henüz kimse böylesi bir yıkımın mümkün olabileceğini hayal bile edemezken!

Tarih, Babil'in kaderine ilişkin peygamberlik sözlerinin aşamalı olarak nasıl gerçekleştiğini ortaya koyuyor. İlk yok ediciler MÖ 6. yüzyılda yaşamış olan Medliler ve Perslerdi. O zamandan sonra Babil'in görkemi solmaya başladı. Sonra Büyük İskender'in yönetimindeki Yunanlılar geldi, ardından da Romalılar; onlardan sonra Partlar, Araplar ve Tatarlar gibi çeşitli savaşçı kabileler geldi.

Başı altından, göğsü ve kolları gümüşten, karnı ve kalçaları tunçtan, bacakları demirden, ayakları ise demir ve kilden olan devasa bir adam heykeli gördü. O bakarken, insan eli değmeden dağdan bir taş kesildi ve heykelin ayaklarına çarparak tümünü paramparça etti ve o taş bütün dünyayı dolduran büyük bir dağa dönüştü.

O sırada rüya yeni olmasına rağmen, uyandığında Nebukadnessarʼın kendisi rüyayı anımsayamadı. Babilʼin bilge adamlarından hiçbiri bu rüyayı kralla ilişkilendiremedi ve dolayısıyla onun anlamını açıklayamadı. Bununla birlikte, İbrani peygamber Danielʼe, Tanrı tarafından yalnızca krala rüyasını anımsatması değil, aynı zamanda gizemi de çözmesi için de bir anlayış verildi. Dedi ki, "fakat göklerde sırları açan bir Allah vardır, ve son günlerde ne olacağını kıral Nebukadnetsara o bildirmiştir" (Dan. 2:28 KMEYA).

Anlamı

Rüya aslında bir peygamberlik, yani gelecekte gerçekleşecek olayların önceden bildirilmesiydi. Tarihe geri dönmek ve bu peygamberlik bildirisinin muazzam doğruluğunu görmek hayret vericidir. Kısmen gerçekleștiğini ve dahası, bugün hâlâ gerçekleșmekte olduğunu görebiliyoruz.

Konu, son 2 500 yılda meydana gelen olaylarla ilgiliydi. Babil İmparatorluğuʼnun hemen sonrasında, bilinen o zamanki dünyaya egemen olacak dört büyük imparatorluğun ortaya çıkacağını ve ayrıca insan yönetiminin sonunun da geleceğini gösterir.

Daniel 2. bölüm incelendiğinde, heykeli oluşturan metallerin her birinin belirli bir dünya gücünü temsil ettiğini ve bunları Danielʼin sözleri ve dünya tarihi ile birlikte yorumlayabildiğimizi göreceksiniz. Aşağıdaki başlıklar altında dikkat çeken noktaları kısaca genişletiyoruz.

ALTINDAN BAȘ

Daniel Nebukadnessarʼa demişti ki, "Başı saf altından". Bu, kişisel olarak Nebukadnessarʼı değil, yerleşik toprak üzerinde büyük bir egemenlik olan imparatorluğunu temsil ediyordu. Arkeoloji sonradan bu imparatorluğun ne kadar zengin olduğunu göstermiştir.

GÜMÜȘTEN GÖĞÜS VE KOL

Yaklaşık MÖ 537ʼde, Medli Darius ve Persli Koreș güçlerini birleştirerek Babil Kentiʼni fethetti ve orada Medo-Pers İmparatorlukluğunu kurdular.

TUNÇTAN KARIN VE ΚΑLÇALAR

Büyük İskenderʼin fetihleri ile Medo-Pers İmparatorluğu devrildi ve yaklaşık MÖ 331ʼde Yunan İmparatorluğu kuruldu. Bu egemenlik, Yunanistanʼdan Hindistanʼa kadar uzanan topraklarda genişledi.

DEMİRDEN BACAKLAR

Roma'nın demir benzeri gücü, dünya üzerindeki etkisini istikrarlı bir şekilde arttırdı ve Yunan İmparatorluğu'nun yerini aldı. Roma, görüntünün temsil ettiği güçlerin en güçlüsüydü ve en uzun süre dayananıydı. Sonunda doğu ve batı (heykelin iki ayağı) olmak üzere iki kısma ayrıldı ve batı kesiminin çoğu, MS 5. yüzyılda Barbarlar tarafından tahrip edilmiş olmasına rağmen, doğu yarısı MS 1453'e kadar Konstantinopolis'te devam etti, ta ki Türkler kenti ele geçirene kadar.

KISMEN DEMİRDEN, KISMEN TUNÇTAN OLAN AYAKLAR

Roma İmparatorluğu'ndan bu yana, bilinen dünya üzerinde bu kadar baskın kontrol sahibi olan tek bir güç dahi çıkmadı. Tarih kitaplarını araştırın, dünya hakimiyetine ulaşmak için pek çok girişim (örneğin, Napolyon, Hitler) olmasına rağmen, bunların hepsinin başarısız olduğunu göreceksiniz. Bunun sonucu, güçlü ulusların (DEMİR) ve zayıf ulusların (KİL) bir karışımının olduğu bir durum ortaya çıkmıştır, demir ve kil karışmadığı gibi bu güçler de bir araya gelmeyecektir.

DAHA ÇOK BİLGİ

Kudüs: Gelecek Dünyanın Bașkenti

Second product

Enter subtitle here

Click here and start typing. Consequuntur magni dolores eos qui ratione voluptatem sequi nesciunt neque porro quisquam est qui dolorem ipsum quia. 

Create your website for free! This website was made with Webnode. Create your own for free today! Get started